«Evet.» Ellin başını salladı. «Ve odasında notlar buldular.» Sadece taslaklar değil. En az iki ceza davasının unsurlarıyla eşleşen açıklamalar içeren ayrıntılı. İki hikaye. Biri bir cinayeti, ikincisi ise bir kaybolmayı konu alıyor. Hiçbiri yayınlanmadı. Hiçbiri sıradan bir kişi tarafından bilinemez. Ve her ikisi de – bir imzayla, sizin değil, onun değil. İmza yok. Sanki yazarlık artık yokmuş gibi.

Sustu. Cevap vermedi. Aralarında yarım kalmış bir cümle gibi bir duraklama asılı kaldı.

– Ondan şüpheleniyor musun? diye sordu.

«Yazmadığından şüpheleniyorum.» Bunu yazıyor. Bilmemeniz gerekenler. Ve nasıl olduğunu anlamıyorum.

Klasörü açtı. Bir sayfa çıkardım.

– Mesela burada. Victoria S.’nin öldüğü olay yerinin açıklaması. Metninden bir cümle: «Dezenfeksiyonla karışmış yanık şeker kokusu, sanki ölümün kendisi burada kısırlaştırılmış gibi havaya yerleşmiş.»

Çarşafı ters çevirdi.

– Resmi Rapor: «Kalıcı amonyak kokusu ve tatlı bir şey, muhtemelen karamelize yiyecek.» Kaza? Stil raporu kopyalamaz. Deneyimi çoğaltır. Tonlama. Görüş açısı.

– Ne duymak istiyorsun? – Elina sakince sordu.

Ellin doğrudan ona baktı.

«Onun kaynağı olup olmadığını anlamak istiyorum.» Veya – o senindir.

Araştırmacı gittikten sonra Elina eve dönmedi. Şehirde rotasız, amaçsız dolaştı. Sanki sokaklar ona kitapların sağlayamayacağı bir ipucu sunabilirmiş gibi.

Gece yavaş yavaş geldi. Işıklar uzun bir paragraftaki virgüller gibi yandı. Sete çıktı. Rüzgar soğuktu. Uzakta sisin içine giden bir köprü var. Ve kafasındaki ses onun sesi değil:

«Siz bizi okuyun. Biz sizi okuyoruz. Okumayı bitirdiğinizde konuşmaya başlayacağız.»

Elina banka oturdu. Bir not defteri aldım. Yazmaya başladım. Bir komplo değil, bir analiz değil, bir tahmin değil. Ve soru.

«Ya tüm bunlar bir suçluyu aramak değil de yazarı geri getirme girişimiyse?»

ON YEDİNCİ BÖLÜM – Ters Paragraflar

Evi tuhaf kokmaya başladı. Yemek değil, kitap değil, bahar değil, yokluk. Sanki hava var olmayı değil, değiştirilmeyi öğrenmiş gibi. Odalar kaba taslaklar gibiydi: tanıdık ama artık nihai değil. Perdeler yarıya kadar çekilmişti, mobilyalar yerli yerindeydi ama bu «yerinde» bir hareket hissi vardı. Sanki nesneler onun arkasından diyaloglarını canlandırıyor ve bakışlarını gördükleri anda donup kalıyorlardı.

Elina masada oturuyordu. Önündeki kağıt beyazdı ama üzerinde hareket eden bir kelimenin sesini zaten duyabiliyordu; ne mürekkep ne de onunki. Yazmıyordu ama o anda bir yerlerde birinin onun adına bir cümle kurduğundan emindi. Belki Ali’dir. Ya da belki Ali’yi daha önce kullandığı metaforu kullanan biri: gerçeği gizlemek, onu daha parlak hale getirmek için.

Kapı çalınmadı. Onun tarzı buydu; istila etmek değil, ortaya çıkmak. Açılmadı, ortaya çıktı. Ve kilidin hafif tıklamasını duyduğunda kimin girdiğini anlamak için arkasına dönmesine gerek kalmadı.

Ali koridorda sanki içeri girmemiş de bir kitabın bir satırından çıkarılmış gibi duruyordu. Ceketinde sokak kokusu vardı ama şimdiden kütüphane kokuyordu. Elinde yeni bir defter tutuyordu. Rengi eski bir taşın üzerinde büyüyen yosun gibi koyu yeşildir.

«Bir devamı getirdim» dedi basitçe. Acımasızca. Umut olmadan. Kınamadan. Test sonuçlarını getiren ve bunlar hakkında yorum yapmak istemeyen bir doktor gibi.

Elina cevap vermedi. Yüzüne, gençlik korkusu olmayan, meydan okurcasına sakin olmayan ama kapalı gözlerine baktı. Yorgunluktan değil disiplinden.

– Yazmaya devam ediyor musun? diye sordu.

Ali ayakkabılarını çıkarmadan karşısına oturdu. Sanki ona çok çabuk yaklaşmak istemiyormuş gibi defteri masanın kenarına koydu.