Cevap yoktu. Yalnızca ofset. Sanki alıştığı dünya dönmeye başlamış gibiydi. Ve eğer tutunamazsanız hiçbir mantığın ya da önceki desteklerin kalmadığı tarafa kayabilirsiniz.
İşte o anda şunu fark etti: anı dediği her şey ona ait değildi.
Bazı anılar başkaları tarafından doldurulur. Ve şimdi bunu tam olarak kimin yaptığını anlamanın zamanı geldi.
ONBEŞİNCİ BÖLÜM – Tersten Okuma
Elina şehre bir insan olarak değil, bedenini bulmaya çalışan bir gölge olarak döndü. İçeride ne panik vardı, ne endişe; sessizlik vardı. Hayallerin doğduğu ya da tam tersine gerçekliğin öldüğü aynı şey. Uzun, düz ve bulutsuz yol, noktasız bir çizgi gibi uzanıyordu. Martha sessizdi, arabayı daha çok hipnoza benzeyen bir konsantrasyonla kullanıyordu. Sadece ara sıra Elina’ya baktı; kısa, etkileyici, sanki çok uzun süredir başkalarının mesajlarına bakan birinin kişilik deformasyonuna uğrayıp uğramadığını kontrol ediyormuş gibi.
Üniversite bölgesine girdiklerinde zaman akışkanlaştı. Edebiyat Fakültesi binası artık ona bir iş yeri gibi gelmiyordu. Eski bir şeyin ortaya çıktığı bir dekorasyona dönüştü. Her zaman orada olan ama şimdi gün ışığına çıkmaya karar veren bir şey.
Önce Elina çıktı. Arabanın kapısını sessizce kapattı. Bina ona doğru eğiliyor gibiydi. İçeride tanıdık bir koridor var, boş bir yankıyla yankılanan ayak sesleri, sadece akustik olamayacak kadar uzun. Etrafına bakmadan yürüdü. Sanki duvarlar sayfalardan ibaretmiş gibi görünüyordu. Ve hava satır aralığıdır. Attığı her adım bir sonraki satırı okuyormuş gibi oluyor.
Ofisi kağıt, toz ve başka bir şey kokuyordu. Burnunuzla yakalayamayacağınız ama teninizle hissedebileceğiniz bir şey. Işığı açmadı. Pencere hafifçe açıktı ve nemli ve huzursuz bahar havası davetsiz bir tanık gibi içeri giriyordu.
Masanın üzerinde bir not defteri vardı. Onun değil. Ali’nin son seminerde yanında taşıdığının aynısı. Ama onu bırakmamalıydı. Yoksa yapmalı mıyım?
Elina yavaşça yaklaştı. Kapağa dokundum. Kağıt sanki birisi onu son ana kadar elinde tutmuş ve bırakıp bırakmama konusunda şüphe içindeymiş gibi hafif nemliydi. İlk sayfayı açtı. Açıkça yazılmış, ortalanmış kelimeler:
«Eğer bunu okuyorsan zaten içeridesin demektir.»
Kalbi hızlanmadı. Tam tersine yavaşladı. Sanki vücut karar vermiş gibi: acele etmenin artık bir anlamı yok. Sayfayı çevirdi. Sırada metin var. Hikayenin başlangıcı. Birinci kişi. Ama erkeksi değil. «Ben Ali’yim» değil. Ve «Ben Elina’yım.» Onun adına yazdı.
«Kapıyı açtım ve oda yabancı görünüyordu. Değiştiği için değil. Ama ilk kez ben yokken içeride birinin olduğunu bilen birinin gözleriyle ona baktığım için.»
Önceki gün yaşanan olayları anlatan paragraflar birbirini takip ediyordu. Arşive dalın. Fotoğraf. Kayıt cihazı. İç diyalogları bile kelimesi kelimesine çoğaltıldı. Onları tanıdı; ifadeler olarak değil, daha dün şüphe duyduğu ama artık bildiği düşünceler olarak: onlar ona aitti.
Başka bir sayfayı çevirdi ve devamını değil, bir çizimi gördü. Basit bir kalemle. Şematik olarak. Ama tanınabilir. Oda. Onun ofisi. Pencere. Masa. Ve duvardaki bir adam. Bakıyorum. O değil. Başka biri. Sahne arkasında bırakılan bir tanık gibi. Resmin altında şu yazı var:
«Ben yazar değilim. Ben bir gözlemciyim. Ama bazen gözlemci kahramandan daha fazlasını görür.»
Elina geri çekildi. Sırtım duvara değdi. Yavaşça doğruldu. Halı ayaklarının altında hışırdadı. Ancak şimdi fark etti: desende yeni çizgiler vardı. İplik değil, tüy değil. Kağıt. Çarşaf. Birisi onu gece dikti. Veya sabah. Veya… okurken.
Çıkardı. Aynı el yazısı. Aynı tarz. Sadece tarih yarın.