İçeri döndüğünde Martha’yı uyandırmadı. Onun yerine ikinci defteri aldım. Kırmızı. Daha önce açmaya cesaret edemediğim şey. İlk sayfada başlık yok, tarih yok. Sadece satır:

«Bunu öğrenmemen gerekiyordu. Ama bu zaten oldu.»

Çarşafı ters çevirdi ve başladı.

Orada hiçbir hikaye yoktu. Bir teşhis vardı. Korkuları kendisinden bile gizlenmişti. Biyografi, yetiştirilme tarzı ve acıyla açıklanan, rastgele olduğunu düşündüğü tepkiler. Ama Ali sanki katmanları soyuyormuş gibiydi. Birer birer. Baskı yok. Aletleri iz bırakmayan ama sonsuza kadar değişen bir cerrah gibi.

Gerçekleşmemiş ama okuyunca anı gibi gelen olayları anlattı. Sanki biri ona başka birinin hayatını vermiş gibiydi ve şimdi tanınmayı talep ediyordu. Trende bir yabancının adını sorduğu ancak kim olduğunu hatırlayamadığı için cevap vermediği olay. Annesiyle hiç yaşanmamış ama yalnızlığa karşı tutumunu sonsuza dek değiştiren bir konuşma.

Sayfalardan birinde ince, keskin bir cümle var:

«Mantığın içinde saklanıyorsun çünkü duygular senin için çok tehlikeli. Ama mantık bir kalkan değil kafestir.»

Defterini bıraktı. O anda Martha uyandı. Kelimeler olmadan sadece ona baktım ve anladım.

Elina, «Artık sadece yazmıyor» dedi. – Bir adım önde. O liderlik ediyor.

Martha yaklaştı. Zarfın bulunduğu masanın köşesini işaret etti. Onu daha önce fark etmemişti.

– Sabah geldi. Marka yok. Birisi onu kapıya bırakmış.

Zarfın üzerinde onun adı yazıyor. El yazısı aynı. İçinde bir fotoğraf var. Eski, sararmış. Elina çocukken okul kapısında. O günü sadece o hatırladı: o zamanlar kimse fotoğraf çekmedi.

Arkasında şu yazı var:

«Eğer farklı hatırlıyorsan, oraya geri dönme zamanın gelmiş demektir.»

Fotoğrafa baktı. Sanki göğsümdeki buzlar kırılmıştı. Çünkü arka planda, arkasında bir adam vardı. Yüksek. Yağmurlukta. Elinde bir kitapla. Yüzü okunaksızdı ama silüeti kesinlikle tanınıyordu.

Ancak o zaman yedi yaşındaydı. Ama buna kesinlikle sahip olmamalıydı.

Ve birdenbire netleşti: Okuduğu her şey bir roman değildi.

Bu rota. Ve onun yoluna devam etmesini bekliyordu.

Aksi takdirde asla aynı şekilde uyanamayacaktır.

ONİKİNCİ BÖLÜM – Düşünce Arşivi

Yolculuk birkaç saat sürdü. On yedi yıl önce ayrıldığı memleketine giden yol değişmedi ama ona yabancı geliyordu. Sanki her dönüş hafızasından yeniden inşa edilmişti ama kendisininki değil. Martha onunla gitmekte ısrar etti. Hiçbir soru sormadı, sadece çiseleyen yağmur altında pencerenin dışındaki manzaranın bulanıklaşmasını sessizce izledi.

Şehre girdiğimizde hava sanki beklentiyle dolmuşçasına yoğunlaştı. Eski fenerler, evlerin soyulmuş cepheleri, okulun dışındaki tabela; her şey onun artık bir rol oynaması gereken, metni zaten başkası tarafından yazılmış olan bir performansın parçası gibiydi.

Elina okulun kapısında durdu. Aynı ızgara, aynı soyulan yeşil metal. Ancak şimdi bunu farklı görüyordu. Geçmişin dekorasyonu olarak değil, kurgu olmadığının kanıtı olarak. Aynısının bir fotoğrafını çıkardı. Çitin kıvrımlarını, arka plandaki ağacın kıvrımını karşılaştırdım. Her şey uyumluydu. Işık bile sessiz ve soğuk, sanki dünya fotoğrafa uyum sağlamış gibi.

– Emin misin? «Martha elini sıktı.

– Hayır. Ama umurumda değil.

Binaya girdiler. Tezgahtaki güvenlik onlara şaşkınlıkla baktı, sonra telsizine bir şeyler fısıldadı. Altmış yaşlarında, kalın kaşlı ve yüzünde endişeli bir ifade olan okul müdürü belirdi. Adını hemen tanıdı; tuhaf bir ihtiyatla, sanki şaşırmamış da bekliyormuş gibi.

– Baban buraya geldi. Yaklaşık iki yıl önce. Eski arşivleri, havalı dergileri, fotoğrafları görmek istedi. O zaman şaşırdık; belirli bir fotoğraf aradığını söyledi. Ama nedenini söylemedi.