Martha’ya doğru gidiyordu. Konuşmak için değil. Açıklama yapmak için değil. Çünkü başka türlüsü mümkün değil. Çünkü çocukluğunda yaptığı çizimlerin hâlâ bulunduğu oda artık fazlasıyla sessizdi. Sessizlik çok şey biliyordu.
Martha onu kapıda karşıladı; çıplak ayakla, ince bir geceliğin üzerine sıcak tutan bir ceket giymişti. Yüzü yorgundu ama gözleri, gerçeğin hükmünü bekleyen bir insanda ortaya çıkan gerilimle parlıyordu.
– İçeri gelin. Zaman kaybetmeyelim» dedi.
Çaydanlık kaynıyordu. Ama Elina mutfağa bakmadı. Masanın ortasında bir defter vardı. Kalın, buruşuk kapaklı, kenarları yazılı. Tanıtılmasına gerek yoktu. Ali’nin el yazısı tanınıyordu; köşeli, sanki her harf taşa oyulmuş gibi.
Marta kollarını kavuşturarak sessizce karşıma oturdu.
– Okumak istemedim. Ama başlayınca anlayacaksınız. Bu metin dikkat gerektirmez. O bunu talep ediyor.
Elina ilk sayfayı açtı. Üzerinde herhangi bir başlık ya da tarih yoktu. Sadece kelimeler:
«Hayatıma girmeden önceki adımlarını hatırladım.»
Yavaşça okudu. Dikkat buzun üzerindeymiş gibi kaydı. Kelimeler tarif etmedi – yarattılar. Oda, kokular, sesler sadece onun bildiği. Gri bir yüzle ve sonsuza kadar titreyen parmaklarla yatakta yatan anne. Geceleri söylenen sözler. «Benim gibi olmak zorunda değilsin. Farklı olmalısın. Benim katlanamadıklarıma katlanmalısın.»
Her satırı fazlasıyla kesindi. Formda değil. Bellekten. Hiçbir biyografide bulunamayan iç tonlamayla.
Elina, «Bundan hiç bahsetmedim,» diye fısıldadı.
– Ne mektuplarda, ne rüyalarda, ne de kitaplarda. Günlükler bile boş. Bilemezdi.
Martha başını salladı.
«Bunun bir tesadüf olduğunu düşündüm.» Harika bir tahmin hakkında. Ama çok doğru yazıyor. Bu bir fantezi değil. Bu penetrasyondur.
Elina masanın kenarını nasıl sıktığını fark etmedi. Cilt beyaza döndü.
– Sormuyor. O alıyor. Bu metin değil. Bu bir istiladır.
Marta ikinci defteri verdi. Daha ince, kırmızı kapaklı.
– Bu seninle ilgili. Ve sadece senin hakkında. Binlerce kelime. Tek bir hata bile yok. Unutmaya çalıştığın şey bile oradadır. Tarif etmiyor. Bunu yeniden yaşıyor. Sanki sen onun anısısın.
Elina not defterini almadı. Yapamadım. Gözler ilk sayfanın köşesinde durdu, en altta şunlar yazıyordu:
«Bazen hiç yaşamadığımız şeyleri hatırlarız. Ancak bu, anıların yanlış olduğu anlamına gelmez.»
Ve sonra anladı. Konu Ali’nin ne bildiğiyle ilgili değildi. Ve daha tanışmadan önce onun kim olduğu hakkında.
Ve belki de onu gerçekten başından beri tanıyordu. İsmiyle değil. Ama aslında. Sanki – bir kez – zaten yazılmış gibi.
ON BİRİNCİ BÖLÜM – Başka birinin hafızasının hatları
Sabah hiçbir uyarı olmadan geldi. Işık yok, ses yok – yalnızca dünyanın duvarlarının ötesinde bir yerde şafağın kızıl-sıcak bakırının bilinmeyenin yoğun dokusunu kırmaya çalıştığı hissi. Elina uyumadı. Bu satırların nereden geldiğini bilmeden sayfaları çevirdim. Sadece gerçekler, tarihler, kokular değil. Daha fazlası da vardı. Sanki biri onu ters yüz ediyor, tenine dokunmuyor, tam özüne nüfuz ediyordu.
Martha kanepede battaniyeye sarılı uyuyordu. Ev sessizlikle doluydu ama şimdi sessizlik farklı geliyordu. Sayfaları özümsemiş, onları duvarların, mobilyaların, nefes almanın bir parçası haline getirmiş gibiydi.
Elina balkona çıktı. Rüzgar ısırıyordu. Avlunun dışındaki çam ağaçları, karışmak istemeyen tanıklar gibi birbirlerine bir şeyler fısıldadılar. Telefonunu çıkardı, postasını açtı ve ancak o zaman fark etti: yeni bir mektup. Konu yok. Bilinmeyen bir muhataptan. Açtım. İçinde sadece iki kelime var:
«Okuyor musun?»
Ellerim titredi. Ekranı kapatıp ormana baktı. Tek bir yaprak bile kıpırdamadı. Tek bir ses bile gözlemciyi ele vermedi. Ama öyleydi. Bunu yanaklarındaki soğukluk kadar net hissediyordu.